BİLİMSEL DÜŞÜNCE NEDİR?
Herkesin düşünmeye ve fikrini söylemeye başladığı bir çağda, ortaya çıkan çok önemli bir eksikte nasıl düşünmek gerektiğini hiç bilmemekten kaynaklanıyor. İnsanlar okulları bitiriyor, çeşitli teorileri okuyor, teorileri değerlendiriyor ve kendisi de teoriler ileri sürüyor ama bilimsel düşünce ve akıl yürütme sistematiği nedir hiç bilmiyor. Her mantıklı düşünceyi veya teoriyi bilimsel sanıyor. Her düşünceye aklıma yattı veya yatmadı diye değerlendiriyor. Gerçek ile düşünce arasındaki ilişkileri ise hiç tanımıyor. Sonuç olarak eğitilmiş, hatta akademik kariyer yapmış birçok insan bir fikir kör dövüşü sergiliyor.
Açık oturumlarda meydan savaşları yaşanıyor. Sonuç olarak herkesin haklı olduğu, herkesin doğrularının farklı olduğu, hatta birçok gerçek olduğuna inanarak, bilimin kalbine bir hançer saplıyoruz ve uzlaşıcı olduğumuz için de övünmeye başlıyoruz.
Prof. Dr. Tarık Özker hocamın üniversitenin 4. sınıfında (yani nerdeyse eğitimimizi tamamlamak üzereyken) bunca yıldır öğrendiklerimizin, yani bilimsel düşüncenin ne olduğunu bize anlattığı zaman, çok şaşırmıştık. Ne yaptığımızı bize hiç kimse öğretmemişti o ana kadar. Bu konuda yani bilimsel düşüncenin ne olup, ne olmadığını sade bir dille anlatan bir kitap çok aradığım halde bulamadım. Ben de hocamın bize öğrettiklerinden aklımda kalanları ve bu güne kadar okuduklarımdan hazırladığım bir özeti yazmaya karar verdim.
Kısaca aradığımız; “Her mantıklı düşüncenin bilimsel ve gerçek olup, olmadığıdır? Düşüncemizin bilimsel ve gerçek olması için olmazsa olmaz şartları nelerdir?” sorularının cevaplarıdır.
DUYU, DÜŞÜNCE VE MANTIK:
İnsan beyni 5 duyumuzu (duyu: insanların ve hayvanların, dış dünyanın uyarılarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama yeteneği, hasse) kullanarak dış dünya ile ilişki kurar. Bu duyuları yani algıladığı görüntü, ses, tat, koku, dokunma duyularını hafızasında saklamak ve işleyebilmek için bu duyularla ilgili biyolojik ve elektriksel olarak birbirinden farklılıklar üretir. İnsan beyni gördüğü bir cismi tüm şekil ve renk nitelikleriyle hafızasına almaz. Daima bunları simgeleştirir. Yani simge (sembol) olarak soyutlanmış (yani tüm özelliklerinden ana özellikleri veya ayırt edici özellikleri ayıklanmış olarak) yani daha az veri (data) ile hafızasına alır. Bu duyuların arasındaki ilişkileri de daima onların ayırt edici özellikleri yani soyutlanmış simgeleriyle oluşturur. Şöyle ki bir çocuk çığlığı, o sesin tüm özellikleriyle (yani frekansı, bileşenleri, ritmi, genliği vs ile değil) diğer seslerden onu ayırt eden ana özelliği ne ise onu simgeleştirerek hafızasına alır. Neticede hafızaya alınan sesin kendisi değil onun simgesi ve bu simgenin soyutlanmış verileri ve tarifidir.
İnsan beyni düşünürken, hatırlarken ve akıl yürütürken bu simgeleri kullanır, yani o duyuları hatırlatan biyolojik ve elektriksel farklılıkları kullanır. Yoksa duyuların algıladığı tüm verileri beynine kayıt etmez. Sadece onların simgelerini kullanır. Bunun sayesinde insan beyni bu gözlemleri arasında ilişkiler ve sonuçlar oluşturabilir. Yani düşünür. Varsayımlar hayal edebilir. Tüm hayallerde sesler ve şekiller tam olarak yoktur. Duyular hafızamızda karikatür gibi sadece ayırt edici özellikleriyle vardır.
Peki, duygu nedir? Duygu (TDK sözlük anlamı: duygu: belirli nesne olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim) algıladığımız duyuların, genetik hafızamız, bilinçli hafızamız ve bilinçaltımız etmenleriyle bize anımsattığı, bir yorumlanmış duyu hatta duyular kümesi veya bileşenidir. Duygu bir algılama değil sadece bir sonuçtur veya bir yorumdur.
Kontrollü bir ateş, şömine ateşi görünce, güven duygusu oluşur, ama kontrolsüz yanan bir ateş görünce korku ve güvensizlik hissederiz. Çünkü geçmiş tecrübelerimiz şömine ateşinin bizi ısıttığını ve belki de genetik hafızamız da bu tip bir ateşin bizi vahşi hayvanlardan koruduğunu anımsatacaktır. Bu duygu güvence duygusudur. Yani bu durum güvencelidir yorumu veya sonucuna varmaktır.
Kontrolsüz bir ateş, bir çalılığın yanmasını görünce, güvensizlik duygusu oluşur, korkarız. Çünkü geçmiş tecrübelerimiz bu ateşin büyüyeceğini ve bize ve çevremize zarar vereceğini anımsatacaktır. Bu duygu güvensizlik ve korku duygusudur. Yani bu durum güvencesizdir ve tehlikelidir yorumu veya sonucuna varmaktır.
Önce kullandığımız ve kullanacağımız terimlerin tariflerini yapalım.
Matematik simgeler ile mantıksal işlemler yapma ve sonuca varma metodudur.
Simgelerden ne kastettiğimizi yukarıda açıkladık. Yani algılamalarımızın soyutlanmış işaretleri simgedir. Bir cisim, iki cisim, büyük cisim, küçük cisim, küme, sonsuz gibi.
Mantık nedensel düşünme sistematiği ve ilkeleridir. Yani beynimizin düşünme sistematiğinin deşifre edilmiş bir metodolojisidir.
Şimdi ne dediğimize tekrar bakalım. Beynimiz duyuları simgeleştirir, kaydeder, tasnif eder ve bunlarla mantıklı işlemler yapar. Matematik ise simgeler ile mantıksal işlemler yapma metodolojisidir. Yani, beynimizin yürütmekte olduğu düşünme sisteminin bilinçli akıl yürütme ve yazıya dökülmüş anlatım biçimi ve sistematiğidir. Diğer bir deyişle de duyulardan duygulara (algılamalardan – inputs, sonuçlara - outputs) varma metodudur.
Şimdi yanlış bir toplum yargısının neden yanlış olduğunu anlamaya çalışalım. “Bu kadar mantıksal olma birazda duygulu ol.” veya “Mantık ile duygu daima çelişir” sözcüklerinin ne kadar yanlış bir yargı olduğu sonucuna varmak zor olmasa gerekir.
Duyu gerçek dünyayı algılamak, duygu ise bundan beynimizin kullandığı mantıksal bir sonuca varmak olmasına rağmen, insanlar mantığın duygu ile çeliştiğini sanıyor. Bir başka deyişle de mantığın ve matematiğin bilimsel metodunun ne olduğunu tanımıyor. Bu nedenle yanlış mantık kullanarak, yanlış ve gerçek olmayan bir sonuca varıyor ve bunun duygular ile çeliştiğini söylüyor.
Biz rahatlıkla şunu iddia edebiliriz. Sıhhatli bir insanın duygularıyla, doğru kullanılan bir mantık tam olarak örtüşür. Yani, duygular mantıklıdır ve mantıklı olan sonuçlarda duyguludur. Bunlar asla ters düşmezler.
Burada konuyla doğrudan ilgisi olmasa da genel olarak yapılan bir hataya değinmek istiyorum. Duygulu (duyularımızın daha açık olup, daha fazla duygu üretmemiz halini kastediyorum) olmak ve hassas olmak birbirleriyle karıştırılan kavramlardır. Biz genellikle olaylardan çabuk ve daha fazla etkilenen insana duygulu sıfatını takarız. Bir film seyrederken ağlayan, başkalarının acısını kendi içinde derin hisseden insanlara da duygulu deriz. Ama bu hatalı bir kullanımdır. Gerçekte söylemek istediğimiz o insanın hassas olduğundur.
BİLİMSEL DÜŞÜNCE VE GERÇEK
İnsan beyni duyularıyla algıladıklarını simgeler halinde belleğine alıp, bunları işleyerek ve mantıklı akıl yürüterek sonuçlara varır. Biz bu sonuçları içsel ruh halimize yönelik olanlarına duygu veya his diyoruz, dışsal olan ve insanlara, olaylara, doğaya yönelik olanlarına hayat görüşü, felsefe, fizik, kimya, matematik diyoruz. Bu mantıklı akıl yürütme işlemini her insan yapabilir. Ama her insanın yaptığı bir diğeriyle aynı sonucu vermez.
Neden aynı sonucu vermez? Şimdi düşünce süreçlerimize dikkatlice bakalım.
1. adım: Duyularımızla algılama ve gözlemleme - (sıhhatli duyu organları gerekir)
2. adım: Algıladıklarımızın ve gözlemlediklerimizin ana ve ayırt edici özelliklerini ayıklayarak simgeler halinde hafızamıza alma (tarifini yapma) – (ruhen sıhhatli olmak, önyargısız ve tabusuz olmak gerekir)
3. adım: Bu simgeleri genetik hafızamız, bilincimiz ve bilinçaltımızdaki geçmişteki deneylerimiz ile karşılaştırarak ve işleyerek mantıklı sonuçlara (duygu ve düşüncelere) varmak. (deneyimli, ruhen sıhhatli ve zeki olmak gerekir)
4. adım: Vardığımız sonuçları yaşamda sınamak (eylemci olmak gerekir)
5. adım: Vardığımız sonuçlar yaşamla doğayla uyuşmuyor ve yanlışsa 1. adıma geri dönmemiz gerekiyor. (dogmatik olmamak, sorgulayıcı olmak, tabusuz olmak gerekir)
Zaten, tüm sorunda burada başlıyor. Bilimsel düşünce doğaya kapalı bir akılla, doğayı doğru algılamamızı zorlaştıran bozuk ruh hali, tabular, önyargılar ve inançlarla, birikimsiz ve deneyimsiz, uygulamasız ve eylemsiz yapılamaz. En önemlisi ise yanlış sonuçları görünce hemen başa dönebilmeyi ve ben nerede hata yaptım diye gözden geçirme yapabilmeyi ve tüm bunları göze alabilmeyi gerektirir.
Yanlış sonuçları görünce tekrar başa dönmek çok zordur. En iyisi gözlemlediklerimizin gerçek olmadığına inanmaktır. Yanlış yorumladığımızı düşünmek ve başkalarının daha doğru düşündüğünü varsaymak daha kolaydır. Belki de tuttuğumuz ve taraftarı olduğumuz teoriyi kavramadan, yargılamadan ve sınamadan büyük bir inanç ve inatla savunmak daha doğru olabilir. Bu ruhumuzu ve komplekslerimizi de okşayabilir. İşte bu nokta düşünce sistemimizin bozulduğu, kirlendiği ve hastalandığı noktadır. Düşünce sistemimizin hastalanmamış olması da Bilimsel Düşüncenin olmazsa olmaz şartlarından birisidir.
Şimdi yukarıdaki adımlardaki değişik etkilere bakalım.
1. adım: Duyularımızla doğayı ve olayları anlayabilmek için sıhhatli duyu organlarımıza, hatta bunları destekleyen bazı teçhizatlara ihtiyacımız vardır. İyi bir göze sahip olmak, görmesini öğrenmiş olmak, iyi bir kulağa sahip olmak ve seslere karşı eğitilmiş bir kulağı olmak, mikroskop, ölçü aletleri, gerçek belgeler, doğru yazılmış dokümanlar vb gibi hem kendi duyu yeteneklerimizi geliştiren eğitimler ve beceriler hem de teknik teçhizatlar gerekir. Bu adım zayıfsa diğer adımlarla doğru sonuçlara varamayız.
2. adım: Gözlemlediğimiz nesneyi veya olayı algılarken onu doğru olarak, onu diğerlerinden ayırt edici özelliklerinin tümüyle ancak anlaşılırlığını ve proses edilmesini (işlem yapılmasını) bozmayacak kadar da sade olarak algılamalıyız. Bu noktada önyargılarımızı ve tabularımızı (kavramadan, sorgulamadan ve sınamadan doğru kabul edilen görüşlerimizi – yanlış teorilerimizi) devreye sokmamalıyız. (Çok Zor!) Bu adım zayıfsa diğer adımlarla doğru sonuçlara varamayız.
3. adım: Bu adım simgelere proses yaptığımız adımdır ve en zor adımlardan birisidir. Deneyim ister, bilgi birikimi ister, doğru bilgiler ile donatılmış olmayı ister ve en önemlisi zeka ister. Bu adım akıl yürütme, mantığını doğru kullanabilme adımıdır. Bu adım zayıfsa diğer adımlar gerekli olmaz.
4. adım: Aklımızın vardığı tüm sonuçlar yaşamda sınamak içindir. Ancak vardığımız sonuçlar yaşamda sınandığında doğru netice veriyorsa ve kullanılabiliyorsa ve bir işe yarıyorsa gerçektir. Yoksa gerçek değildir veya gerçek olup olmadığı tartışılabilir. Yaşamda sınanamayan bir sonuca vardıysak, bu sonuç kanıtlanmamış bir teori olarak kalacaktır. Günün birinde belki birileri sınayabilirse gerçek olup olmadığı anlaşılacaktır. Bu adım yoksa gerçeği bilemeyiz.
5. adım: Vardığımız sonuçlar yaşamla uyuşmuyor ve yanlış sonuçlar veriyorsa, yapılacak tek şey başa dönüp, ben nerede hata yaptım diye yeniden her şeyi gözden geçirmek gerekir. Bunu tek bir açıklaması vardır. İlk 4 adımda bir yerlerde bir hata yapılmıştır. Direnmenin ve inanmanın veya bir teorinin taraftarı olmanın veya bir duygunun esiri olmanın kimseye bir yararı olmaz. Ama zararı çok olur. Bu adım yoksa doğaya ters düşeriz ve ne olacağımızı bilemeyiz. Ancak, iyi bir yere varamayacağımız kesindir. Tek kesin ve gerçek olanda budur.
Bilimsel Düşünce ve gerçeğe ulaşmak görüldüğü gibi her akıl yürüten ve hızlı düşünen insanın becerebileceği bir şey değildir. Yalnız zeki olmak kesinlikle yeterli değildir.
Şimdi Bilimsellik ve Bilimsel Düşünce olgusunu daha teknik olarak ele alabiliriz.
BİLİMSEL METOD
Bilimsel düşüncenin oluşması için üzerinde tartışılacak ve teori geliştirilecek olgunun veya nesnenin;
- Gözlem: Olayların Gözlemlenebilir olması gerekir,
- Tarif: Kavramların Tarif edilmesi gerekir,
- Teorem: İlişkilerin (Aksiyom, Postula, Hipotez ve başka Teoremler ile) açık ve kesin bir biçimde ortaya konması (formüle edilmesi) gerekir,
- Kestirim: Aksiyomlar, Hipotezler ve Teoremler ile tarif edilen kavramlar arasındaki ilişkilerden yeni mantıklı sonuçların (hükümlerin, ilişkilerin) belirlenmesi gereklidir,
- Sınama: Sonuçlar (hükümler, ilişkiler) sınanabilmelidir ve doğru netice vermelidir.
Bir düşüncenin veya çalışmanın veya teorinin bilimsel olabilmesi için asgari yukarıdaki niteliklere sahip olması şarttır. Bu öğeleri taşımayan bir düşünce sistemi ne bilimseldir nede gerçektir.
Tarifler:
Bu bölümde kullanacağımız kavramların tariflerini öncelikle iyi anlamamız gerekir.
Gözlem: (observation) Bir olayı veya olguyu duyularımız, tekniğimiz ve araçlarımız ile objektif (nesnel) bir şekilde algılamak, incelemek ve analiz etmek
Tarif: (definition) Bir olayın veya olgunun ayırt edici ana özelliklerini en sade biçimde belirlemek.
Aksiyom: (axiom) Doğruluğu kanıtlamadığı halde doğru olduğu herkes tarafından kabul edilen varsayım. Örneklerle kanıtlanmadan gerçek olan. Tüm teoremlerin kökünün başlanğıç noktası.
Postulat: (postula) Nedenleri sorgulanmadan doğru olduğu açıkça görülen hükümlerdir. Aksiyomlardaki gibi doğru olduğunun kabulü kendi içerisinde var olmamakla birlikte, doğruluğu veya yanlışlığının kanıtlanmasına gerek duyulmaz. Teoremlerdeki gibi mantıksal akıl yürütme sonucunda bulunan hipotezler gibi olmayıp, doğrudan deneysel olarak kanıtlanmaları da mümkün değildir.
Hipotez: (Hypotesis) Doğruluğu kanıtlanamadığı halde sınama ve deneylerle doğru olduğu anlaşılan varsayım; sonuçları doğru olduğu için doğru olduğu düşünülen varsayım; başka bir varsayımı sağladığı için doğru olduğu görülen varsayım.
Teorem: (Theorem) Gözlem, tarif, aksiyom, hipotezlerden mantıklı (Akıllı ve nedensel düşünme ilkelerini oluşturan formel sistemdir) düşünme sistemiyle sav, öneri ve tümevarımlara ulaşmak.
Kestirim: (prediction) Teoremin belirlediği sonuçlar yani olgu ve olaylar arasındaki tarif edilebilen ilişkilerdir. Teoremin Hükümleridir.
Sınama: (test) Teoremin sonuçlarını uygulayarak, doğru netice verip vermediğinin gözlemlenmesidir. Pratik yapmaktır. Bilginin sınanmasıdır.
Bilimsel düşünce öncelikle gözlemler üzerine bulunan sade ve temel bir varsayım üzerine kurulur. Bu varsayımın doğruluğu kanıtlamadığı halde doğru olduğu herkes tarafından kabul edilir. Buna aksiyom diyoruz. Aksiyom için çeşitli örnekler verebiliriz. Geometrinin temelini oluşturan aksiyom “İki nokta arasındaki en kısa yol bir doğru parçasıdır” hükmüdür. Bunun kanıtı olmadığı halde, değişik insanlar tarafından, değişik yerlerde ve defalarca sınandığında doğru olduğu görülür. Bu sınama veya bu aksiyom üzerine kurulan teorinin hipotezleri ve hükümleri sınandığında doğru netice verir. Böylece biz kanıtlayamadığımız aksiyom’un doğru olduğunu anlarız. Ancak, bu doğru olma ve gerçek olma durumunun da belirli koşullara bağlı olduğunu unutmamız lazımdır. Uzayda hareket eden cisimler için bu aksiyomun geçerli olmadığı ve aksiyomun “İki nokta arasındaki en kısa yolun bir eğri parçasıdır” şeklinde değiştiğini ve bunun üzerine kurulan uzay geometrisinin, bizim bildiğimiz geometriden farklı olduğunu da unutmamamız lazımdır. Yani yıllarca gerçek ve doğru olduğunu düşündüğümüz bir aksiyom, koşullar değişince değişmiştir. Geometri, fizik, kimya, matematik bile mutlak doğrular üzerine oturmamıştır.
Bilimsel düşünce bir varsayıma dayanıyor. Bu varsayıma dayalı teorilerin hipotez ve hükümleri sınanıyor. Netice doğru ise aksiyom ve teori doğru kabul ediliyor. Sınanamıyor veya doğru netice vermiyorsa, yürüttüğümüz akıl ve bulduğumuz teori, gerçek olmayıp, sadece bir teori olarak kalıyor. Şöyle ki; teorimizin gerçek olup, olmadığının tek hakemi yaşamın kendisidir. Bunun dışında kalan bir düşünce sisteminin bilimselliğinden bahsedilemez, gerçek olmasından da bahsedilemez.
Ne yazık ki birçok insan gözlemlenemeyen ve tarifi olmayan kavramlara dayanan, sonuçları da sınanamayan düşünce sistemlerine, teorilere inanıyorlar. Ben inanıyorum ki diyerek bilimsel düşünceler oluşturuyorlar. Kimsenin görmediği, bilmediği ve sınayamadığı sonuçlara ulaşıyorlar. Bunlarla insanların hayatlarına yön vermesini talep ediyorlar. Yani, doğada işe yaramayan ve kullanılamayan ve sınanamayan sonuçlara ve düşünce sistemlerine inanıyorlar ve insanların inanmasını istiyorlar.
Bilimsel düşünce sisteminde anlamadan, kavramadan, tarifini yapmadan ve sonuçlarını sınmadan hiçbir düşünce sistemine inanılmaz. Daha doğrusu bilimsel düşüncede inanç yoktur. Bilmek vardır. Varsayım vardır. Kanıt vardır. Sınamak vardır. Yaşamda kullanmak ve işe yaratmak, onunla bir iş yapmak vardır. Doğru bilinen tüm varsayımların bir soyutlama ve varsayım olduğu gerçeğini iyi anlamak vardır.
Değişik bir açıdan bakarsak düşünce bir soyutlama, kavramlaştırma (tarifini yapma) ve akıl yürüterek bir sonuca varmaktır. Ama düşüncenin gerçek olduğunu söylemek, üstelik geçmişte ve gelecekte gerçek olduğunu söylemek mümkün değildir. Gerçek olan doğanın kendisidir. Soyutlamalar doğanın gerçeklerine bir yaklaşımdır. Bilimsel düşünce doğanın gerçeklerine kullanılabilir ve sınanabilir yaklaşımlardır. Bilimsel düşünce doğayla uyumumuzu sağlayan, doğanın verilerini daha iyi kullanmamızı sağlayan bir sistemdir. Bilimsel düşünce bir düşüncedir ama doğanın gözlemlenmesiyle ve yorumlanmasıyla başlar ve mutlaka doğada sınanmasıyla, belirli koşullar ve yaklaşımlar içerisinde doğruluğunun kanıtlamasıyla sonuçlanır. Bu da yetmez. Kullanılabilir olması da şarttır. Kullanılamayan, hiçbir işe yaramayan, sınanamayan bir düşüncenin bilimsel olduğu iddia edilemez. Yani, bilimsel düşünce doğadan başlar ve doğada sonuçlanır.
BİLİMSEL DÜŞÜNCE SİSTEMETİĞİ:
Şimdi bir bilimsel düşünce sürecini ve bilimsel bir teoriyi oluşturalım.
Temel Teorem (1. adım):
Önce doğayı gözlemleyeceğiz. Olgu ve nesneleri gözlemleyeceğiz.
Gözlemlerimizden kavramları oluşturacağız ve tariflerini yapacağız. Bunları tanımlayacağız. Bunu sağlamak için soyutlama yapacağız. Onları, işlenebilir sadeliğe getireceğiz. Ancak, soyutlama yaparken, kavramların temel niteliklerine ve ayırt edici özelliklerini bozmayacağız.
Bu tariflerden temel hipotezi bulacağız. Yani, başka bir teori ile kanıtlanmadığı halde herkes tarafından kolaylıkla doğru olduğu anlaşılan temel hipotezi bulacağız.
Bu varsayım (aksiyom) üzerine dayanarak tarifi yapılan nesne ve olgular arasındaki bir ilişkiyi, akıl yürüterek bulacağız. Bunu sonucunda bir hükme varacağız. Bu doğrudur diye iddia edeceğiz.
Bu doğru olduğunu iddia ettiğimiz kestirimi doğada sınayacağız. Sınamada kestirim doğru ise, teorimiz ve aksiyomumuz doğrudur diyeceğiz. Sonuç yanlış ise, başa dönüp gözlemimizi, soyutlamalarımızı, aksiyomumuzu ve teorimizi gözden geçirip, nerede hata yaptığımızı bulmaya çalışacağız.
Diğer Teoremler (2. adım, 3. adım ve n. adım)
Temel teoremin doğrulanmış sonuçlarına dayanarak yeni gözlemler yapacağız.
Gözlemlerimizden kavramları oluşturacağız ve tariflerini yapacağız. Bunları tanımlayacağız. Bunu sağlamak için soyutlama yapacağız. Onları, işlenebilir sadeliğe getireceğiz. Ancak, soyutlama yaparken, kavramların temel niteliklerine ve ayırt edici özelliklerini bozmayacağız.
Bu tariflerden bir hipotez bulacağız. Doğruluğunu kanıtlayacağımız ve gözlemleyip, tariflerini yaptığımız nesne ve olgular arasındaki bir ilişkiyi bulacağız.
Bu varsayım (Hipotez) üzerine dayanarak tarifi yapılan nesne ve olgular arasındaki bir ilişkiyi, akıl yürüterek bulacağız. Bunun sonucunda bir hükme varacağız. Bu doğrudur diye iddia edeceğiz.
Bu doğruyu doğada sınayacağız. Sınamada kestirim doğru ise, teorimiz ve hipotezimiz doğrudur diyeceğiz. Kestirim yanlış ise, başa dönüp gözlemimizi, soyutlamalarımızı, hipotezimizi ve teorimizi gözden geçirip, nerede hata yaptığımızı bulmaya çalışacağız.
Bu adımlara devam edeceğiz. Böylece, düşünce safhasında teorimizi geliştireceğiz. Diğer yandan da teorinin sonuçlarını doğada uygulayarak pratiğimizi (teknolojimizi) geliştireceğiz.
Bu sistem ilk bakışta fizik, kimya, biyoloji gibi bilimler için geçerliymiş izlemini verebilir. Ancak, bu metot sosyal bilimler ve tüm bilimler içinde aynen geçerlidir.
M. Oğuz Çitçi
Elektronik Y. Mühendisi